top of page


EBÛ HANÎFE


أبو حنيفة
Ebû Hanîfe Nu‘mân b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh (ö. 150/767)

Hanefî mezhebinin imamı, büyük müctehid.


İslâm’da hukukî düşüncenin ve ictihad anlayışının gelişmesinde önemli payı olup daha çok Ebû Hanîfe veya İmâm-ı Âzam diye şöhret bulmuştur. Ebû Hanîfe onun künyesi olarak zikrediliyorsa da Hanîfe adında bir kızının, hatta oğlu Hammâd’dan başka çocuğunun bulunmadığı bilinmektedir. Bu şekilde anılması, Iraklılar arasında hanîfe denilen bir tür divit veya yazı hokkasını devamlı yanında taşıması veya hanîf kelimesinin sözlük anlamından hareketle haktan ve istikametten ayrılmayan bir kimse olmasıyla izah edilmiştir (İbn Hacer el-Heytemî, s. 32). Buna göre “Ebû Hanîfe”yi gerçek anlamda künye değil bir lakap ve sıfat olarak kabul etmek gerekir. Onun öncülüğünde başlayan ve talebelerinin gayretiyle gelişip yaygınlaşan Irak fıkıh ekolü de imamın bu künyesine nisbetle “Hanefî mezhebi” adını almıştır. “Büyük imam” anlamına gelen İmâm-ı Âzam sıfatının verilmesi de çağdaşları arasında seçkin bir yere sahip bulunması, hukukî düşünce ve ictihad metodunda belli bir çığır açması, döneminden itibaren birçok fakihin onun görüşleri ve metodu etrafında kümelenmiş olması gibi sebeplerle açıklanabilir.

Hayatı ve Şahsiyeti. 80 (699) yılında Kûfe’de doğdu. Daha önce doğduğu yönündeki bazı iddialar hariç tutulursa (M. Zâhid Kevserî, Tenîbü’l-Hatîb, s. 20, 21) Ebû Hanîfe’nin doğum tarihinde hemen hemen görüş birliği vardır (İbn Abdülber, s. 123). Torunları Ömer ve İsmâil’in belirttiklerine göre nesebi Nu‘mân b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh’tır. Aslen Arap olmayan Ebû Hanîfe’nin dedelerinin Fars menşeli olduğu rivayet edilir. Memleketleri fethedildiği zaman kabilelerinin ileri gelenleri arasında kendilerine de eman verilmiş, onlara esir muamelesi yapılmamış ve Arap olmadıkları için, Bekir b. Vâil oğulları kabilesinin aşireti olan Teymullah b. Sa‘lebe oğullarının himayesine verilmişlerdir. Diğer bir rivayete göre ise dedesi Zûtâ köle olarak İran’dan getirilmiş, sonra da efendisi tarafından âzat edilmiştir. Bundan dolayı Ebû Hanîfe, Bekir b. Vâil oğulları veya Teymullah b. Sa‘lebe oğullarının mevlâsı (âzatlısı) diye bilinmiş ve zaman zaman Teymî nisbesiyle de anılmıştır. Ebû Hanîfe’nin aslının Nesâ’dan, Enbâr’dan, Tirmiz’den geldiği veya babasının Fars, annesinin Hint menşeli olduğu (Muhammed Hamîdullah, s. 31) yahut Türk asıllı kabul edildiği rivayetleri de bulunmakla birlikte dedesi Zûtâ’nın, aslen Kâbil bölgesinde yaşayan Fârisoğulları’na mensup “merzübân” denilen bir uçbeyi olduğu rivayeti daha kuvvetli görünmektedir.

 

Dedeleri Sâsânî Devleti’nde görev almış, valilik yapmış kimselerdir. Hatta Sâsânî Meliki Hürmüz’ün Ebû Hanîfe’nin dedesi olduğu da nakledilmiştir (İbn Hacer el-Heytemî, s. 21). Birçok farklı bölge ve ırklara mensubiyetinin rivayet edilmesi, babası Sâbit’in bütün bu anılan yerlerde bir müddet oturduktan sonra Kûfe’ye gelip yerleşmiş olmasıyla izah edilebileceği gibi, diğer büyük ve önemli şahsiyetlerde görüldüğü üzere, farklı ırk ve bölge mensuplarının Ebû Hanîfe’ye ayrı ayrı sahip çıkmasıyla da açıklanabilir. Ebû Hanîfe’nin dedelerinin ana yurdu olan bölgede Türkler de dahil birçok müslüman kavmin yaşamakta oluşu, onun aslen Türk olabileceği ihtimalini de akla getirmektedir. Torunu İsmâil’in bildirdiğine göre babası Sâbit Hz. Ali’yi ziyaret etmiş, o da kendisine ve zürriyetine duada bulunmuştur. Ebû Hanîfe’nin doğduğunda babasının hıristiyan olduğu, babasının hatta Ebû Hanîfe’nin sonradan müslüman ismi aldığı gibi bazı rivayetler (Hatîb, XIII, 324-325) hariç tutulursa kaynaklar, babası Sâbit’in hür ve müslüman olarak doğup büyüdüğü hususunda görüş birliği içindedir.

Ebû Hanîfe ticaretle uğraşan varlıklı bir ailenin çocuğudur. Kendisi de ilim öğrenmeye başlamadan önce kumaş tüccarlığı yapmıştır. Kûfe’de Amr b. Hureys bölgesinde bir dükkânının bulunduğundan söz edilir (Hatîb, XIII, 325). İlim hayatına atılınca ticaret işini ortakları aracılığıyla sürdürdüğü, onun bu sıralarda öğrencilerine ve başkalarına yaptığı maddî yardımlardan anlaşılmaktadır. Hayatı maddî sıkıntıdan uzak olarak geçmiştir. Küçük yaşlarda Kur’an’ı ezberlediği sanılan Ebû Hanîfe, kıraat ilmini kırâat-ı seb‘a âlimlerinden olan Âsım b. Behdele’den öğrenmiştir. Aslında Ebû Hanîfe’nin doğup büyüdüğü Kûfe ile bölgenin ikinci büyük şehri olan Basra, diğer milletler ve eski medeniyetlerle irtibatı bulunan, yeni müslüman olanlara İslâm’ın ve Arapça’nın öğretildiği, siyasî faaliyetlerin yoğun olduğu önemli yerleşim birimleriydi. Aynı zamanda buralar birçok fakih, dilci, edip, şair ve filozofun da bulunduğu birer ilim merkeziydi. Böyle bir ortamda ticaretle uğraşan, parlak bir zekâya sahip Ebû Hanîfe’ye çevresindeki âlimler yakın ilgi gösterdiler ve onu ilme yönelttiler. Ebû Hanîfe de bu konuyla ilgili olarak Ebû Amr eş-Şa‘bî’nin kendisini çağırıp, “Seni zeki, kabiliyetli ve hareketli bir genç olarak görüyorum. İlme ve âlimlerin meclislerine devam etmeyi ihmal etme” dediğini, bu konuşmanın kendisine tesir ettiğini, böylece ilim tahsiline yöneldiğini anlatır. Önce akaid ve cedel ilmini öğrenmeye başlayan, giderek bu ilimde belli bir mesafe alan Ebû Hanîfe, dönemindeki inkârcı ve bid‘atçılarla münakaşa etmiş, farklı itikadî düşünceye sahip kimselerin ve mezheplerin bulunduğu Basra’ya zaman zaman yaptığı seyahatlerinde de bu tavrını sürdürmüştür.

 

Ebû Hanîfe bu tür münakaşa ve münazaralarıyla, Hz. Peygamber’den sahâbeye ve sonraki nesillere intikal eden ve o dönem müslümanlarının çoğunluğunca da benimsenen itikadî esasları savunmayı gaye edinmiştir. Onun bu alandaki görüşleri, zamanla daha belirgin hale gelecek olan Ehl-i sünnet anlayışının şekillenmesine önemli ölçüde yardımcı olmuştur (aş. bk.). Ebû Hanîfe’yi akaid ve cedelden fıkıh sahasına yönelmeye sevkeden âmiller hakkında farklı rivayetler vardır (bk. M. Ebû Zehre, Ebû Hanîfe, s. 22-24). Bu rivayetlerden birine göre, Ebû Hanîfe bir kadının boşanma ile ilgili olarak kendisine sorduğu bir soruya cevap verememiş, kadını fıkıh okutan Hammâd b. Ebû Süleyman’a göndermiş ve ondan alacağı cevabı kendisine bildirmesini rica etmiştir.

Kadın Hammâd’dan aldığı cevabı nakledince de fıkıh konusunda yetişmesi gerektiğini düşünerek yirmi iki yaşlarında Hammâd b. Ebû Süleyman’ın derslerine devam etmeye başlamıştır. Ancak gerek bu rivayetin, gerekse Ebû Hanîfe’nin Kur’an, hadis, kelâm, nahiv gibi ilim dallarından ayrılıp fıkıh ilmine yönelişini konu edinen diğer nakillerin, Zehebî’nin de belirttiği gibi ihtiyatla karşılanması gerekir. Çünkü o dönemde dinî ilimler ayrı disiplinler halinde ve belli başlıklar altında henüz yeterince teşekkül etmemiş olduğu gibi bu tür rivayetler, sonraki devirlerde iyice yaygınlaşan dinî ilimler arası üstünlük tartışmalarında fıkıh ilminin üstünlüğü iddiaları için de uygun bir zemin teşkil etmiş olabilir. Bu sebeple Ebû Hanîfe’nin dinî ilimleri bir bütün olarak düşündüğü ve dindeki fıkhı (usûlü’d-dîn) ahkâmdaki fıkıhtan daha faziletli gördüğü (el-Fıkhü’l-ebsat, s. 36) göz önünde bulundurulunca, hayatının belli devrelerinde belli ilim dallarıyla uğraştığını ileri sürmek pek isabetli görünmemektedir. Ancak Ebû Hanîfe’nin Hammâd’ın öğrencisi olduktan sonra amelî fıkıh alanında iyice derinleştiği ve ağırlıklı olarak bu alanda otorite olduğu söylenebilir.

Belgeselin devamını izlemek için..

Eserleri:

-Fıkh-ı Ekber

-el-‘Âlim ve'l-Müte‘allim

-el-Fıkhu'l-Ebsât

-Osmân el-Bettî’ye Risâlesi

-Tevhîd Vasiyeti

-Yûsuf bin Hâlid es-Semtî’ye Vasiyyeti

-Ebû Yûsuf’a Yazdığı Vasiyyet

-el-Kasîde en-Nu‘mâniyye

-Oğlu Hammâd’a Vasiyyeti

-Dehrî ile Tartışması

1 - Fıkhu'l-Ekber. Büyük fıkıh ma‘nâsınadır. Ehl-i sünnet akâidine dâir olduğu için bu adı vermiştir. Çünkü kendisinin de dediği gibi, doğru itikâd ile yapılan az bir amel, yanlış itikâd ile yapılan çok amelden daha faydalıdır.

Bu kitâbın üç nüshası vardır:

A) İmâm Mâtûrîdî’nin şerhine esâs aldığı nüsha.

B)Ebû'l-Hasen el-Eş‘arî’nin el-İbâne’sinde örnek tuttuğu akla gelen nüsha.

C) Ebû Hanîfe’nin tilmîzi Ebû'l-Mutî‘ el-Belhî’nin rivâyet ettiği nüsha.

Bu el-Fıkhu'l-Ekber, tâ ilk günlerden itibâren akâide dâir ders kitâbı olarak okunmuş, büyük âlimler tarafından şerh edilmiş ve dünyâdillerine çevrilmiştir. ‘Alîyyü'l-Kârî şerhi, Yunus Vehbi Yavuz; Ebû'l-Müntehâ şerhi de merhûm Ahmed Karadut tarafından Türkçe’ye çevrilmiş ve yayınlanmıştır. Biz ise hem terceme, hem de şerhini vererek, istifâde alanını genişletmeyi amaçladık. Ve geniş çapta Arabca Ebû'l-Bekâ şerhinden yararlandık

2 - el-‘Alim ve'l-Müte‘allim. Ehl-i sünnet görüşlerini açıklayıp savunma amacıyla ve soru-cevâb tarzında kaleme alınan akâide dâir uzun bir risâledir. Ebû Hanîfe’nin talebesi Ebû Mukâtil Hafs b. Selâm es-Semerkandî tarafından rivâyet edilmiştir. Bunun da çeşitli rivâyet yolları vardır. Zâhid el-Kevserî bunları neşrinde göstermiştir.

3 - el-Fıkhu'l-Ebsât. Oğlu Hammâd, tilmîzi Ebû Yûsuf ve Ebû'l-Mutî‘ el-Hakem b. Abdullah el-Belhî tarafından doğrudan İmâmA‘zam’dan rivâyet edilmiştir. Zâhid el-Kevserî bu risâleyi de neşretmiştir. Ebû Mutî‘ 199/814’te vefât etmiştir.

4 - Osmân el-Bettî’ye Risâlesi. Ebû Hanîfe Basra kâdısı olan bu öğrencisine hitâben yazdığı bu eserinde akâid ve idâre konularında samîmî ve çok yararlı hâyatî bilgiler verir. Zâhid el-Kevserî, Osmân el-Bettî’nin çok büyük ve müctehid bir âlim olduğunu, âilesinin şal kumâşı sattığını ve Basra’da Ebû Hanîfe’den yedi sene önce vefât ettiğini Zehebî’den naklen rivâyet ediyor.

5 - Tevhîd Vasiyyeti. Kime hitâben yazıldığı belli olmadığından, hepimize hitâben yazılmıştır.

6 - Yûsuf bin Hâlid es-Semtî’ye Vasiyyeti. Ebû Hanîfe’nin, talebesi, yakın ve samîmî bir arkadaşı Yûsuf bin Hâlid es-Semtî’ye vasiyyeti. Bu vasiyyet hâyatî öğütleri içermektedir. es-Semtî bunları tatbîk etmekle hâyatının akışı değiştiğini ve çok verimli bir hâle geldiğini söyler. Terceme ve şerhin girişinde vasiyyetin önemine dâir bilgiler vardır.

7 - Ebû Yûsuf’a Yazdığı Vasiyyet. Ebû Hanîfe’nin, baş talebesi, Hanefî mezhebinin Ebû Hanîfe’den sonra ikinci âlimi Ebû Yûsuf’a yazdığı vasiyyet. En önemli vasiyyeti budur. İçindeki bilgiler, ilim erbâbının yanı sıra herkese lâzım olan hâyatî öğütlerdir. Nüshası gâyet çok olan bu kitâbı biz, Hamevî’nin el-Eşbâh ve'n-Nezâir’inden alarak terceme ettik ve kendisinin muhtasar şerhinden de istifâde ettik. 

8 - el-Kasîde en-Nu‘mâniyye. Peygâmberimiz (s.a.s.) hakkında na‘t. 53 beytlik bu dilsuz (ciğer yakan) kasîde;  es-Seyyîd el-Hâc İbrâhîmHalîl b. Yahyâ tarafından Sürûru'l-Kulûb adında geniş ve titiz bir çalışmanın mahsûlü olarak şerhedilmiştir. Biz hem bu şerhden, hem de el-İbrâhîm b. Mehmed el-Yalvâcî’nin satır arası manzûm tercemesinden istifâde ettik ve beytlerin açıklamalarını bu tercemeyi vererek bitirdik. Bu terceme de 1265/1848 yıllarında taş basması usûlü ile tab‘ edilmişitir.

 9 - Oğlu Hammâd’a Vasiyyeti. Ebû Hanîfe, yukarıda isimlerini verdiğimiz ve dikkatini çeken talebelerine vasiyyetler yazmıştır. İşte bunlardan biri de hem talebesi, hem de tek evlâdı Hammâd’a yazdığı bu vasiyyetidir. Bunda da diğer vasiyyetleri gibi pek çok alacağımız ve hâyatımıza düstûr edeceğimiz bilgiler vardır.

 10 - Dehrî ile Tartışması. Ebû Hanîfe rahmetullahi aleyh’den rivâyet edildiğine göre kelâmcılardan (Dehriyyun denen ve bir Yaratıcının olduğunu kabul etmeyen) bir grup, Rubûbiyetin tevhîdi konusunu onunla tartışmak istemesi üzerine, Ebû Hanîfe'nin verdiği cevâbı ve açıklamasını içerir.

bottom of page